Sayfalar

23 Eylül 2012 Pazar

Karaciğer Kisti Bitkisel Tedavi Yöntemi


 Karaciğerde ortaya çıkan kistler hafife alınmamalıdır.Kist teşhisi konulduğunda aylık doktor kontrolu düzenli olarak  yapılmalıdır.Ayrıca bu kistler belli büyüklere ulaştığında  kansere neden olmaktadır.Karaciğerdeki kistler için bitkisel kür ve nasıl hazırlanılacağı aşağıda belirtilmiştir.
  Karaciğer Kisti Kürü
Karaciğerde bulunan hidadik ve basit kistler için önerimiz sabah ve öğlen keçiboynuzu akşamları lavanta kürüdür.
 Orta büyüklükteki keçiboynuzundan yedi tanesini 4cm uzunluğunda kırarak kaynamakta olan yarım litreye yakın klorsuz suyun içine atınız.Kısık ateşte sekiz dakika ağzı kapalı olarak kaynatınız.Soğuduktan sonra süzerek cam şişeye doldurunuz.Hergün sabah kahvaltısından ve öğlen yemeğinden önce 1 su bardağı içilir.
Aynı gün akşam lavanta bitkisi kaynamakta olan bir buçuk su bardağı klorsuz suya bir tatlı kaşığı atınız ve kısık ateşte onbeş dakika demleyiniz.Demleme işlemi tamamlandıktan sonra sıcakken süzünüz.Onbeş gün boyunca hergün akşam yemeklerinden en az iki saat sonra bir çay bardağı dolusu içiniz.İçildikten sonra hiçbir şey tüketmeyiniz.her defasında taze olarak hazırlanması şarttır.
 Bu formülü onbeş gün uyguladıktan sonra bir ay ara verip tekrar onbeşgün uygulayabilirsiniz.Daha sonra şikayetinizin seyrine göre dönem dönem uygulayınız.
 Sağlıklı günler dilerim.
Hekim öneri ve kontrollerini ihmal etmeyiniz.

24 Ağustos 2012 Cuma

Petşişeler Damacanalara Göre Daha mı Sağlıklı

 Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, yasaklanacak riskli kimyasalların listesini yayımladı. Listede, Türk kozmetik sektöründe oje çıkarıcı olarak kullanılan aseton da var.

Milliyet'ten Eylem Türk'ün haberine göre İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamülleri İhracatçıları Birliği (İKMİB) Yönetim Kurulu Başkanı Murat Akyüz, asetonun çözücü olarak kullanıldığını söyleyerek, "Tahriş edici madde olduğu biliniyor. Kozmetiğin yanı sıra endüstriyel kaplamada ve biberonlarda kullanımı yasaklanan bisfenol A üretiminde kullanılıyor" diye konuştu. Murat Akyüz, kozmetik sektöründe bundan sonra aseton yerine Avrupa'da kullanılan etil asetat, iso-propanol (isopropil alkol) ve hidrojen peroksitin aynı amaçla kullanılabileceğini belirtti.

NAFTALİN DE LİSTEDE
  Riskli kimyasallar listesinde asetonun yanı sıra naftalin, çinko oksit, amonyum nitrat, gaz yağı, nikel, kömür zifti, toluen ve kloroform bulunuyor. Sanayide yoğun kullanılan bu kimyasalların, AB uyum süreci çerçevesinde çok yakında yasaklanmasının gündemde olduğuna işaret edildi.
 Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürü Mehmet Baş, konuyla ilgili, Türkiye’nin AB kimyasallar mevzuatına uyum sağlaması halinde, sanayinin temel girdileri arasında yer alan bu kimyasal maddelerin kısıtlanması veya yasaklanmasının gündeme geleceğini ifade etti.
 Mehmet Baş ayrıca, "Sonuçta ya kimyasalın üretim prosesi ve kullanım biçimleri değiştirilerek ya da daha çevre dostu alternatif maddeler bulunarak insan ve çevrenin o kimyasala maruz kalma yoğunluğu azaltılmış olacak” dedi.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Liposuction Nedir ve Nasıl Uygulanır?


Liposuction vücutta belli bölgelerde(işlem göbek, kalça (basenler), bacaklar, diz, bel yanları, sırt bölgesi, ayak bilekleri, kollar ve çene altı gibi bölgelerde) özellikle diyet sonrası toplanan yağların vakum yardımı ile ince kanüller (metal borular) kullanılarak alınması yöntemidir. Bu girişim ile vücudun diğer bölgelerine göre daha fazla yağ toplanması olan yerlerden yağlar alınarak vücuda daha orantılı bir şekil kazandırılmaktadır. Bu işlem göbek, kalça (basenler), bacaklar, diz, bel yanları, sırt bölgesi, ayak bilekleri, kollar ve çene altı gibi bölgelerde özellikle uygulama alanı bulmaktadır.

  Liposuction işlemi büyük enjektörlerle veya vakum cihazı kullanılarak yapılabilir. Her iki durumda da vücut bölgesine göre değişmek üzere 2, 3 ve 4 mm çaplı kanüller kullanılır.
  Liposuction amacı yağların uzaklaştırılarak vücuda düzgün bir şekil vermektir. Kilo vermeye yönelik tedavi yöntemi değildir. İdeal olarak kilosu normal ya da normalden biraz fazla olan ancak vücudun belli bölgelerinde özellikle yağların biriktiği yerlerde uygulanmaktadır.
  Liposuction ameliyatı yağ alınacak bölge uyuşturularak lokal anestezi altında veya genel anestezi altında yapılabilir. Biz çok geniş alanlarda çalışma gerekmediği durumlarda lokal anestezi ile desteklenmiş sedasyon anestezisini tercih edilmektedir. Lokal anestezi ile desteklenmiş sedasyon anestezisiyle yapılan girişimlerde de anestezist doktor ameliyatta bulunmakta ve hastayı yatıştırıcı birtakım ilaçlar ile rahatlatmakta ve ağrı duyması muhtemel evrelerinde kısa süreli olarak uyutmaktadır.

Kalça ve basen bölgesinden nasıl kilo verilir?


Dengesiz beslenme ve hareketsizlikle birlikte özellikle bayanlardaki hormon bozukluğu kalça ve basen bölgesinde yağlanmalara neden olmaktadır.  Bu sebeple kalça ve basen yağlanmaları, kadınların korkulu rüyası olmaktadır.

  Vücudumuzun neresi olursa olsun öncelikle düzenli beslenme ve hareket şarttır. Uygun diyete başladıktan sonra basen ve kalça bölgesinden incelmek için bir takım hareketler yapmak gerekir. Şimdi hareketli resmimizi inceleyerek kolaylıkla yapabileceğiniz ve basen ve kalça bölgenize yönelik olan hareketleri inceleyip uygulayın. Bu hareketler neticesinde yağlarınız kasa dönüşecektir. Ancak bazı bayanlar kas yapmaktan korkmaktadır. Unutmayalım ki bayanlarda kas oluşumu erkeklere nazaran çok daha az olur ve spor yaparak zayıfladığınızda basenlerinizin kalınlaşmasından korkmamalısınız. Spor ile gelen zayıflama daha sağlıklı olur ve sarkmalar vücut çatlakları riski ortadan kalkar.

Ramazanda Diyet Yapanlar Kalbinize Dikkat!


 Bu yıl Ramazan ayı yaza denk geldiği için açlık süresi 15-16 saati buluyor. Oruç tutup bir de kilo almamak için iftarda yeterli beslenmemek, kalp krizine davetiye çıkarıyor.
Fazla kilolarıyla mücadele edenler, diyetlerini Ramazan ayında da sürdürmek isteyebilir. Ancak bu yıl Ramazan ayı yaza denk geldiği için açlık süresi ortalama 15 saati buluyor. Uzmanlar uyarıyor: "Özellikle aç kalarak kilo vermeyi denemek, yetersiz enerji almak metabolizmanın yavaşlamasına neden olur. Uzun süreli açlıkta eğer yeterli besin de tüketilmiyorsa vücut enerji ihtiyacını kastaki depolarından karşılar ve sıvı ile kas kaybı yaşanır. Susuzlukla birlikte bu durum uzun vadede ani kalp krizlerine varan ciddi problemlere neden olabilir."

KITLIK SİNYALİ
Acıbadem Fulya Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Müge Özyurt Şafak, Ramazan ayından beklentinin hiçbir zaman kilo vermek, zayıflamak olmaması gerektiğini belirtiyor. Uzun süreli açlıklarda vücut yeterli enerji alamadığı için 'kıtlık' sinyali alıyor ve enerji harcamasını yüzde 40'a kadar düşürüyor. İftarda yenilecek besinleri kendini koruma amacıyla depoluyor. Bu nedenle iftarda hızlıca ve çok yemek yenilmemelidir. Oruç, su ve hurma ile açıldıktan sonra 1 kase çorba içilmeli ve 20 dakika ara verildikten sonra ana yemeğe geçilmelidir. Oruç boyunca tok ve enerjik hissetmek için mutlaka sahura kalkılmalıdır. Sahurda hazmı, sindirimi kolay, yüksek enerjili ve proteinli besinler tercih edilmelidir. Sahura 1 bardak süt ve 1 porsiyon meyve eklenmesi en sağlıklı seçim olacaktır.
8 BARDAK SU
Ramazanın bu sıcak havalarda belki de en zorlayıcı kısım susuzluk. İlave olarak terle beraber vücuttaki sıvı kaybı kardiyak problemler açısından risk oluşturur. Sağlıklı kişilerde bile tansiyon problemleri görülebilir. Kaybedilen suyun yerine konulması için iftardan sahura kadar olan süreçte sık aralıklarla 8-10 bardak su içilmelidir. Mideyi rahatlatacak bitki çayları, az şekerli komposto, ayran, cacık gibi içecekler de sıvı ihtiyacını karşılamak için tüketilmelidir.
SIVI KAYBINI ÖNLEYİN
* Oruç nedeniyle oluşan tansiyon düşüklüğünü ve yüksekliğini yiyeceklerle dengelemek mümkün mü? Yoksa doktora mı gidilmeli?
Oruç nedeniyle tansiyon düşüklüğünün en önemli nedeni açlığın yanında sıvı kaybı ve susuzluktur. Bu nedenle oruçluyken sıcaktan korunmalı, serin ortamlarda bulunulmalı, yorucu, vücuttan sıvı kaybını artıracak işlerden kaçınılmalıdır. Oruçluyken herhangi bir şey tüketilemeyeceği için tansiyon düşüklüğünde oruç bozulmalı, su ve tuzlu ayran tüketilmelidir. Ve gecikmeden doktora gidilmelidir.  

10 Ağustos 2012 Cuma

Kan Tahlili Yorumlanması ve Değerler


  Genel tıp uygulamaları sırasında hekimler hastanelere polikliniğe başvuran pek hastadan ilk olarak kan tahlili isterler. Hastalıkların tanısında ve tedavisinde kan tahlili önemli rol oynar. Tam kan sayımı hekime tanıya yaklaşmasında yardımcı olan, değerli ve nispeten ucuz ve belirleyici bir testtir.
  Kan tahlilinin asıl amacı teşhis koymak değildir. Kan tahlilinin esas görevi hekimin olası tanılar arasında eleme yapmasını sağlamaktadır. Kan değerlerindeki verilere göre hastalıklar hastanın şikayetlerine göre belirlenir. Gerekli kontrollerden sonra teşhis konulur. Yani tanıya yardımcı olmaktır. Hastayı görmeden, muayene etmeden teşhis koyulmaz.

  Doktorların genelde muayeneden sonra hastadan kan tahlili ister. Bazı doktorlar hastalara kan değerlerindeki verileri ne olduğu açıklamaz ve tam olarak net bir cevap vermezler. Kan tahlilinde birçok ne olduğunu bilmediğimiz veriler bulunmaktadır. Kısa olarak bunları açıklayalım ve kan tahlilindeki değerler ve aralıkları nasıl yorumlanır inceleyelim.
Kan tahlilinde hangi değerler incelenir?
Vücudumuzda oksijen taşıyan kırmızı kan hücreleri (eritrositler) ile hastalıklara karşı savunmamızı sağlayan beyaz kan hücreleri (lökositler) sayılmakta ve büyüklükleri incelenmektedir.
Bildiğiniz gibi kırmızı kan hücrelerinde hemoglobin proteinleri bulunur. Oksijeni taşıyan protein hemoglobindir. Hemoglobin miktarı düşerse oksijen taşınamaz.
Maalesef ülkemizde kullanılan laboratuvar cihazları yurt dışından satın alındığı için tahlil sonuçları genellikle yabancı terimlerle gösterilmektedir.
Kırmızı kan hücreleri
RBC (red blood cells): Oksijen taşıyan hücrelerin miktarını verir.
Düşükse anemi (kansızlık) veya kan kaybı vardır. Yüksekliğe örnek: Yüksek rakımlı yerde oturmak, KOAH, böbrek hastalığı, polisitemi hastalığı
MCV (mean corpuscular volume): Oksijen taşıyan hücrelerin ortalama büyüklüğüdür. MCV düşükse eritrositler daha ufaktır, yüksekse daha genişlemişlerdir. Örneğin demir eksikliği anemisi'nde eritrositler küçülür dolayısıyla mcv değeri düşük çıkar. B12 vitamini eksikliği anemisinde ise eritrositler büyümüştür, MCV yüksektir.
Hb (Hemoglobin): Kandaki toplam hemoglobin miktarını gösterir. Anemilerde hemoglobin düşer.
MCH: Eritrositlerdeki hemoglobin miktarını gösterir.
Hct (Hematokrit): Kandaki hemoglobin ve eritrosit miktarının bir ölçüsüdür. Anemi, lösemi, kan kaybı gibi durumlarda azalırken vücudun su kaybettiği durumlarda (örneğin ishal) veya polisitemi'de artar.
PLT (Platelets): Trombositlerdir. Yani pıhtılaşmayı sağlayan hücereleri gösterir.
Beyaz kan hücreleri
WBC (White Blood Cells-Leukocytes): Vücudun savunma ve bağışıklık hücrelerinin yani lökositlerin toplamını gösterir. Enfeksiyon hastalığı veya lupus gibi kronik iltihabi hastalıklarda yükselir. Ayrıca lösemi'de yükselir.
Çok düşükse lökosit yapımını bozan ciddi bir hastalık vardır. Örneğin bazı kanserlerde, kemik iliği hastalarında, AIDS'te lökosit miktarı (WBC) düşüktür.
* PNL: (Nötrofiller) Örneğin bakteryel enfeksiyonlarda artar.
* Lymphocytes: (Lenfositler) Viral enfeksiyonlarda ve bazı kronik hastalıklarda artar. AIDS'te düşer.
* Eosinophils: (Eozinofiller). Allerjide ve parazitik hastalıklarda yükselir.
ALBUMIN
Normal Değerler: 3,5-5,5 g/dL
Açıklama: Albümin karaciğerde sentezlenen bir protein türevidir. Sağlıklı yetişkin karaciğerinde günde 12-14 gram kadar albümin sentezi yapılır. Sağlıklı kişilerde rutin olarak albümin bakılmasına gerek yoktur. Sağlıklı bir kişide albümin düzeyinin biraz yüksek ya da düşük çıkması da klinik bir önem taşımaz. Kan albümin düzeyi ölçümü özellikle ödemi olan, karaciğer hastalığı bulunan veya beslenme bozukluğu düşünülen kişilerde önem taşır.
Artığı Durumlar: Albümin düzeyinin yüksek ölçülmesi genellikle vücuttan su kaybı bağlıdır. Önemli değildir.
Azaldığı Durumlar: Yaşlı insanlarda, karaciğer hastalığı olanlarda ve beslenme bozukluğu bulunan kişilerde albümin azalır. Bazı hastalarda idrar ya da bağırsak yolu ile albümin kaybı gerçekleşmektedir. Sonuçta albüminin kan düzeylerinde azalma (hipoalbüminemi) kan onkotik basıncının düşmesine bu da dokular arasında sıvı birikimine neden olarak özellikle bacaklar ve sırtta ödeme neden olur.
ALKALEN FOSFATAZ - ALP
Normal Değerler : 30-1 20 U/L
Açıklama: Vücutta neredeyse bütün dokularda bulunan ama ne iş yaptıkları tam anlaşılamamış bir enzimdir. Normal yetişkinde kanda ölçülen ALP ın yarısı karaciğer yarısı da kemik kökenlidir. ALP özellikle safra akımının durması ya da yavaşlamasına bağlı olarak görülen karaciğer hastalıkları için iyi bir testtir.
Artığı Durumlar: Çocuk ve gençlerde hızlı kemik büyümesi nedeniyle normal yetişkine göre ALP değerleri 2-4 kat daha fazla olabilmektedir. Yine doğuma yakın gebelerde de plasenta tarafından sentezlendiğinden ALP değerleri yüksektir. Safra yollarındaki tıkanma sonucu ALP değerleri yükselir. Ayrıca kemik hastalıklarında da (özellikle Paget hastalığı) ALP değerleri yükselir. Pek çok ilaç da ALP düzeylerini yükseltebilir, bu nedenle ALP yüksekliği çoğu zaman bir hastalık belirtisi olmayabilir.
AMILAZ
Normal Değerler: 60-180 U/L
Açıklama: Amilaz pankreas, tükürük bezleri ve bazı tümörlerden (örn. akciğer) salınmaktadır. Kandaki amilazın genellikle üçte biri pankreas, üçte ikisi ise tükürük bezleri kaynaklıdır. Dolaşıma giren amilaz esas olarak böbrekler aracılığıyla vücuttan atılmaktadır.
Artığı Durumlar: Yüksek kan amilaz düzeyi pankreatitte meydana gelir. Ayrıca karın ağrısıyla ortaya çıkan bazı acil hastalıklarda, şiddetli şeker komasında, kabakulakta, morfin enjeksiyonundan sonra da amilaz düzeyleri bir miktar yükselebilmektedir.
Azaldığı Durumlar: Amilaz değerinde düşüklüğün bir klinik önemi yoktur
ASIT FOSFATAZ
Normal Değerler : 0-5.5 U/L
Açıklama : Esas olarak prostat, karaciğer, kemik ve bazı kan hücrelerinde bulunmaktadır. Ölçümü özellikle prostat hastalıklarının tanı ve tedavisi için kullanılmaktadır. Bu amaçla prostatik asit fosfataz denilen fraksiyonu ölçülür. Normalde asit fosafataz kanda pek az miktarda bulunur.
Artığı Durumlar: Özellikle prostat kanserlerinde kan düzeyleri belirgin olarak yükselmektedir. Yine de rektal muayeneden sonra, idrar sondası takılmasıyla ve hatta kabızlık ile birlikte de yükselebileceği unutulmamalıdır.
Azaldığı Durumlar: yok
BILIRUBIN
Normal Değerler: Direkt: 0.1-0.3 mg/dL
Indirekt : 0.2-0.7 mg/dL
Açıklama: Kan dolaşımında bulunan kırmızı kan hücreleri yaklaşık 120 günlük bir süre sonunda ömürlerini tamamlar ve çoğunluğu dalakta olmak üzere parçalanırlar. Açığa çıkan bilirubin karaciğere götürülür. Karaciğer özel bir işlemle bilirubini suda çözünebilen bir hale getirir ve safra yoluyla bağırsağa atar. Karaciğerde bu işleme maruz kalmış bilirubine direk, henüz işlem görmemiş bilirubine ise indirek bilirubin denilir.
Artığı Durumlar: Bu sistemin herhangi bir noktasında meydana gelebilecek bir aksama kan bilirubin düzeyinin yükselmesine neden olur. Bu aksamalar; kırmızı kan hücrelerinde aşırı yıkım, karaciğer hastalıkları ve safra yolu tıkanıklıklarıdır. Sonuçta kan bilirubin seviyesi yükselecek ve koyu sarı ten rengiyle tipik sarılık ortaya çıkacaktır.
Azaldığı Durumlar: yok
FOSFOR
Normal Değerler: 3 - 4,5 mg/dL
Açıklama: Fosfor insan hücresinde asit-baz dengesi, kalsiyum metabolizması gibi çok önemli reaksiyonlarda rol oynayan bir maddedir. Vücuttaki fosforun %85 kadarı kemikte fosfat formunda depolanır. Kan düzeyi kan kalsiyum ve kan pH değişimlerinden etkilenmektedir. Kalsiyumda olduğu gibi bağırsaktan emilimi, idrarla atılımı ve hücre içine toplanması ya da hücreden bırakılması gibi düzenlemelerle kan düzeyi ayarlanmaktadır.Yine kalsiyum gibi parathormondan etkilenmektedir. Yemeklerden sonra düzeyi değiştiğinden 12 saatlik açtıktan sonra ölçümü yapılmalıdır.

Artığı Durumlar: Hipoparatiroidide fosfor artar.

Azaldığı Durumlar: Hiperparatiroidi durumunda değerleri azalır.
GLUKOZ (KAN SEKERI)
Normal Değerler: 75-115 mg/dL
Açıklama: Şeker hastalığı tanısı için 12-14 saat açlıktan sonra kan glukozu ölçülür. Yüksekse test tekrarlanır. Yine yüksekse yemekten tam 2 saat sonra yeniden ölçülür. Bu da yüksekse glukoz tolerans testi yapılmalıdır.
Artığı Durumlar: Kanda şeker yüksekliği ise şeker hastalığını gösterir.
Azaldığı Durumlar: Hipoglisemiyle seyreden hastalıklar


TİROİT HASTALIKLARININ TEŞHİSİ
* Kanda TSH ve tiroit hormonlarının (T3 ve T4) düzeylerinin ölçülmesi: Tiroidin çalışması hakkında önemli bilgiler verir. Başlangıçta öykü ve muayenede çalışma bozukluğu belirlenememişse tek başına TSH'nın ölçülmesi yeterli olabilir. Duyarlı bir sonuç elde edilebilmesi için TSH' ya sensitif ya da ultrasensitif yöntemle bakılması tercih edilir. Üstünde önemle durulması gereken nokta: Bu tetkiklerin normal olması tiroidin çalışmasının normal olduğunu gösterir. Hastada guatr, tiroit kanseri gibi diğer hastalıkların olmadığını belirlemez. Bunlar için diğer tetkiklere gereksinim olabilir.
* Bağışıklık sistemini kontrol eden testler: Bunlar antitiroglobulin antikor ( ATA ), anti TPO antikor ( AMA ) ve Anti TSH-R ( TRAb ) gibi isimler almaktadır. Graves hastalığı, Hashimoto hastalığı ve bazı tip tiroiditlerin tanısında yardımcı olurlar.
* Tiroglobulin tayini: Bu test özellikle tiroit kanseri nedeniyle ameliyat olmuş hastaların izlenmesinde önemli ip uçları vermektedir. Ancak bu testin tam olarak değer kazanabilmesi için bireyde gözle görülebilir tiroit dokusunun kalmamış olması gerekmektedir.
* Medüller kanserlerin tanı ve tedavisinde kanda tirokalsitonin: adı verilen bir hormonun ölçülmesi faydalı bilgiler verir.
* Yine medüller kanser olan ailelerde diğer bireylerin taranması için ret genindeki mutasyonları gösterecek genetik çalışmalar yapılabilir.

 HEMOGLOBIN VE HEMATOKRIT
Normal Değerler :
Hemoglobin: 14-18 g/dL (erkek); 12-16 g/dL (kadın)
Hemotokrit: % 42-52 (erkek); %36-46 (kadın)

Açıklama : Hemoglobin ve hematokrit sıklıkla beraber istenen ve kanın oksijen taşıma kapasitesini ölçmek için kullanılan testlerdir. Hemoglobin kırmızı kürelerde bulunan ve temel olarak oksijenin taşınmasından sorumlu maddedir. Hematokrit ise kırmızı kürelerin kan içerisindeki yüzdesini gösterir. Genellikle hematokrit değeri hemoglobin değerinin üç katıdır. Hemoglobin ve hematokrit bebeklerde, gebe kadınlarda, bakım evlerinde yaşayan yaşlılarda, adet gören kadınlarda mutlaka kontrol edilmelidir. Bu testlerin en önemli yanı aneminin tespit edilebilmesini sağlamasıdır.

Artığı Durumlar : Polisitemilerde, doğuştan var olan kalp hastalıklarında, aşırı su kaybında yüksektir. Orak hücre anemisi gibi kırmızı küre şekil bozukluklarında hemotokrit hatalı olarak yüksek çıkar, bunlarda hemoglobin miktarına bakılmalıdır.

Azaldığı Durumlar : Anemilerde görülür.


TRANSAMINAZLAR
Normal Değerler : Aspartat (AST, SGOT) : 0-35 U/L
Alanin (ALT, SGPT) : 0-35 U/L
Açıklama : Transaminazlar karaciğer hücrelerinde bulunan enzimlerdir. Karaciğer hasarında hücre dışına sızarlar.
Artığı Durumlar : Kan seviyelerinin yükselmesi, karaciğer hasarına bağlı olarak bu iki enzimin hücre dışına sızması anlamını taşımaktadır. Genellikle bu enzimlerin kan seviyeleri karaciğer hasarının şiddetini yansıtır.ALT karaciğere daha özgül iken, AST kalp ve iskelet kası harabiyetinde de yükselmektedir. Bu nedenle AST aynı zamanda myokard enfarktüsünün izlenmesinde de kullanılmaktadır. Karaciğerin hastalıklarında alkole bağlı karaciğer hasarı hariç ALT, AST den daha yüksektir.

Azaldığı Durumlar : ALT ve AST değerlerinin normalden düşük olması nadiren görülen bir durumdur. Eğer bilinen bir karaciğer hastalığı yoksa genellikle önem taşımaz.

 URE
Normal Değerler : 5 - 25 mg/dL
Açıklama : Protein metabolizmasının bir ürünüdür ve böbrekler yoluyla idrarla atılır. Sıklıkla kan üre azotu (BUN) olarak ölçülür. Böbrek fonksiyonlarını değerlendirmede önemli bir ölçüttür. Ancak böbrek fonksiyonları dışında vücuttaki azot yükü, günlük sıvı alımı ve idrar akım hızından da etkilendiğinden tek başına karar verdirici değildir.

Artığı Durumlar : Böbrek fonksiyon bozukluğu dışında kalp yetmezliği, tuz ve su alımındaki dengesizlikler (kusma, ishal, sık idrara çıkma, terleme), bağırsaklarda kanama, stres, yanıklar, diyetle fazla protein alımı ve akut myokard enfarktüsü gibi nedenlerle de kan değerleri yükselebilmektedir.

Azaldığı Durumlar : Karaciğer yetmezliği, kaşeksi (aşırı kilo kaybı), nefroz (bir böbrek hastalığı)

 URIK ASIT
Normal Değerler : Erkek : 2.5-8.0 mg/dL
Kadın : 1.5-6.0 mg/dL

Açıklama : Ürik asit, vücudun genetik yapı taşları olan DNA ve RNA nın yapısında bulunan purin adındaki maddelerin metabolizmasının son ürünüdür.

Artığı Durumlar : Diyetle fazla protein alımı, vücutta üretim artışı (malin hastalıklar, doku harabiyeti, açlık) ya da böbrek fonksiyon bozukluğu gibi bir nedenle vücuttan uzaklaştırılamaması durumlarında kanda ürik asit düzeyi yükselir. Yüksek düzeydeki ürik asidin kristaller halinde çeşitli dokularda biriktiği düşünülmektedir. Bu dokular özellikle eklem sıvıları ve böbreklerdir. Eklem sıvılarında ürik asit kristallerinin birikimiyle oluşan ağrılı hastalığa GUT hastalığı denilir. Böbreklerde oluşan birikim ise böbrek yetmezliği ve idrar yollarında taş hastalığına yol açar.

Azaldığı Durumlar : Diğer analiz sonuçları normal ise düşük genelde önemli değildir.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

İshal Durumunda Yapılması Gerekenler ve Beslenme


 İshali olan kişilerin posasız ve yağsız besinleri tüketmesi gerekir. Kişisel temizliğe dikkat etmek, sebze ve meyveleri tüketmeden önce mutlaka bol su ile yıkamak alınacak önlemler arasında gelir
 Yaz ishallerinde sıklıkla karşılaşılan durum hava sıcaklığı yüzünden bakterilerin hızla çoğalarak su veya besini kirletmesidir. Genelde kirlenmiş suların içilmesi veya bu sularla yıkanmış meyve ve sebzelerin yenilmesi yaz ishallerinin başlangıcını oluşturur. Özellikle durgun sularda, kanalizasyonun karıştığı sularda, iyi ilaçlanmamış içme ve kullanma sularında mikroplar uzun süre yaşayarak, çoğalır. Bu suların içilmesi veya böyle sularla bulaşıkların yıkanması risklidir. Diğer taraftan pişirildikten sonra buzdolabına konmayı unutulmuş yemekler, çiğ sebzelerle hazırlanmış iyi yıkanmamış salatalar ve meyvelerin tüketilmesi sonucu da ishal yapan mikroplar, ağız yoluyla alınarak insanların bağırsaklarına ulaşır.

İshal, dışkının sıklığında, miktarında ve hacminde artma olarak tanımlanabilir. Günde üç veya daha fazla sulu dışkılama ishal kabul edilir. İshal durumunda bağırsak hareketleri artar, normal süreden daha kısa aralıklarla dışkılama meydana gelir, dışkı şekilsiz, yumuşak ve sulu bir görünümde olur.
Su kaybının sonuçları
İshal döneminde vücuttan aşırı su ve elektrolit kaybı olacağı için kişide dehidratasyon (vücudun susuz kalması), deri tonusunda azalma, ani kilo kaybı, halsizlik, kansızlık, kalp ritm bozuklukları, böbrek yetmezliği, şuur bozuklukları, karın ağrısı, karında burkulma, iştahsızlık, iltihabi durumlarda bu bulgulara ek olarak ateş ortaya çıkar. Ayrıca cildin soluk bir renk alması ve kuruması, göz çukurlarının belirginleşmesi su kaybının sonuçları arasındadır.
Genel olarak mikrobik kaynaklı ishaller için ilaç tedavisi gerekmektedir. 24 saatten fazla süren ishallerde en yakın sağlık merkezine başvurulması gerekmektedir. Sıvı ve elektrolit kaybının az olduğu durumlarda, hastaya ishal için uygun bir diyet verilerek tedavisi yapılır.  Ancak aşırı su ve elektrolit kaybı varsa ya da ağır dizanteri halleri, kolera şüphesi olanlar varsa mutlaka hastaneye yatırılmalı ve kaybedilen su ve elektrolitlerin yerine konması amacıyla serum verilmelidir, daha sonra ishale neden olan ilaçlar saptanıp uygun ilaç ve diyet tedavisi yapılır.
İshal diyetinin temel amaçları
* Bireyin kaybettiği su ve elektrolitin yerine konması
* Bireyin enerji ve besin öğeleri gereksinimlerinin karşılanması
* Bağırsakların çalışma hızını artıran posalı besinlerin azaltılması
* İshali olan kişilerin posasız ve yağsız besinleri tüketmesi gerekmektedir. Posa içeriği yüksek çiğ sebze ve meyveler, kuru baklagiller, tam tahıl ürünlerinden bu dönemde uzak durulmalıdır. Ayrıca kuruyemişler, şeker ve şekerli yiyecekler, çikolata, yağlı yiyeceklerden (kızartmalar, mayonez, tereyağ, kaymak vb) kaçınılmalıdır. Bu dönemde kızartma yerine haşlama ve fırında pişirme yöntemleri uygulanmalıdır. Acılı ve fazla baharatlı besin tüketilmemelidir. Sucuk, salam, pastırma gibi şarküteri ürünlerinden kaçınılmalıdır.
* Yağsız makarna ve pirinç pilavı, pirinç lapası, yayla çorba, yağsız beyaz peynir, yoğurt, kabuksuz elma, muz, şeftali, havuç, haşlanmış patates-patates püresi, haşlanmış yağsız et ve tavuk, yağsız ızgara köfte tüketilebilir. Ayrıca tuzlu ayran, taze sıkılmış meyve suları (elma, şeftali, kızılcık v.b.), açık çay ve bol bol temiz- güvenilir su içilebilir.
* Hastalık boyunca evde istirahat edilmelidir.
İSHAL DURUMUNDA UYGULANABİLECEK ÖRNEK LİSTE
Gün boyunca bol su içilmesi önemlidir
KAHVALTI:
Şekersiz çay (şeker bakteri üremesini artırır)
1 -2 dilim az yağlı beyaz peynir (yağ bulantıya sebep olabilir ve dışkılamayı artırabilir)
1-2 dilim beyaz ekmek

KUŞLUK:
1-2 bardak tuzlu ayran
1 porsiyon meyve (elma, muz veya şeftali-kabuksuz olmalıdır)

ÖĞLEN:
Haşlanmış veya fırınlanmış et (yaklaşık 3 -4 köfte kadar-120g)
1 tabak pirinç pilavı veya makarna (az yağlı)
1 kase yoğurt (200g-az yağlı)
1- 2 dilim ekmek

İKİNDİ :
1-2 bardak tuzlu ayran
1 adet galeta ve   yağsız peynir

AKŞAM :
1 kase yoğurtlu   pirinç çorbası
1 tabak yağsız patates püre
1 kase yoğurt
1 -2 dilim ekmek

GECE :
1-2 porsiyon meyve

İshallerin önüne geçilebilmesi için;
1- Kişisel temizliğe dikkat edilmeli, Eller daima temiz tutulmalıdır. Dizanteri mikrobunun el üstünde 5 -10 dk tırnak içinde 45 dk yaşadığını unutmamak gerekir.
2- Güvenilir olduğu şüpheli sular tüketilmemelidir. Ya da sular kaynatılarak içilmelidir.
3- Kullanılan ve içilen suların klorlama işlemi düzenli olarak yapılmalıdır.
4- Sebze ve meyveler tüketilmeden önce mutlaka iyice bol su ile yıkanmalıdır.
5- Süt, yoğurt ve peynir alırken ambalajlı olanlar tercih edilmelidir. Açık süt, yoğurt ve peynir satın alınmamalıdır.
6- Alınan besinlerin üretim ve son kullanma tarihleri mutlaka kontrol edilmelidir.
7- Besinlerin üreticiden tüketiciye kadar ulaşmasında geçen her safha denetlenmelidir çünkü soğuk zinciri kırılırsa mikroplar hızla üremeye başlar.
8- Süt, yoğurt, yumurta, kıymalı yiyecekler, et, yağ vb. buzdolabında saklanmalıdır.
9- Sütlaç, kazandibi, muhallebi, dondurma gibi sütlü tatlılar da hazırlandıktan sonra soğutucuda bekletilmelidir aksi takdirde tehlikeli olabilecek besinler arasındadırlar.
10- Çiğ veya az pişmiş etler tüketilmemelidir. Çünkü iç sıcaklıkları zararlı mikropların ölmesini sağlayacak kadar yükselmeyen köfteler ile havasız ortamda mikropların üreme riskinin artması nedeniyle bütün olarak kızartılan tavuklar risk oluşturmaktadır.
11- Güvenilir bulunmayan ve mutfağı bilinmeyen yerlerden yemek yenilmemelidir.
12- Özellikle yaz aylarında çok yağlı yiyecekler yerine taze meyve, sebze, yoğurt, beyaz et vb. beslenmeye özen gösterilmelidir.
13- Sineklerin yaz aylarında ortaya çıkması ve çöplerden yiyeceklere mikrop taşıması nedeniyle ilaçlama yapılmalıdır.
14- Tüm bunların yanında ishalin alerjik etkenlere, hava ve iklim değişikliklerine, aşırı yorgunluk ve gerginliğe bağlı olarak da gelişebildiği unutulmamalıdır.

Bağırsak Enfeksiyonları



Yaz, ishalli hastalık riskini artırıyor. Nedeni basit, sıcak hava yiyecek ve sıvılarda mikrop üremesini kolaylaştırıyor.
Temizliği ve tazeliğinden emin olmadığınız gıda ve içeceklerden uzak durmanız, ishallerle karşılaşmayı önlemenin en kolay yolu. Yeri gelmişken hatırlatayım, yaşlılar ve çocuklarda ishal daha şiddetli seyrediyor.
 Yiyeceklerdeki mikrop üremesinden çocuklar daha çok etkileniyor. Yılda 6-10 kez, yetişkinlerde ise yılda 1-2 kez buna bağlı ishal görülüyor. Yaz sıcaklarında ishalli hastalıkların görülme sıklığı artıyor. Besinlerin sıcak sebebiyle bozulmaya daha elverişli hale gelmesi ve daha çok sıvı (mikrop üremiş) tüketiminin mikrop alma riskini artırması, ishale neden oluyor. Yaz ishalleri, virüs, bakteri veya parazit bulaşmış su ya da yiyeceğin ağız yoluyla vücuda girmesiyle gelişiyor.

ENFEKSİYON BAKTERİ KAYNAKLIYSA UZUN SÜRER
Yiyecek kaynaklı pek çok ishal 1-2 gün, bakteriyel enfeksiyonların çoğu ise daha uzun sürüyor. Dr. Ayhan Tokgöz, ishali olan hastaların dışkılarının dikkatli bir şekilde incelenmesi, son 12 veya 24 saatte kaç kez tuvalete gidip, ne miktarda dışkıladığını doktora veya sağlık görevlisine bildirmesinin gerektiğini söylüyor. Çünkü bu bilgiler doktorların tanı koyabilmeleri için çok önemli.
 EN ETKİLİ KORUNMA TEMİZ GIDA
Yaz ishallerinden korunmanın en etkili yolu mikrop bulaşmış içecek ve yiyeceklerden uzak durmak. Özellikle de çocukların korunması. Dr. Tokgöz ishale karşı şu önerilerde bulunuyor:
- Açıktaki kaynaklardan su içmeyin.
- Çiğ sebze ve meyveleri yemeden önce mutlaka bol suyla yıkayın.
- Besinleri musluk suyundan başka bir suyla yıkamayın.
- Bozulabilecek besinleri mutlaka buzdolabında ve saklama kaplarında muhafaza edin.
- Yemek öncesi ve yemek sonrası ellerinizi mutlaka yıkayın.
- Buzdolabı dışında bekletilen süt ve süt ürünlerini tüketmeyin.
- Mikropların çoğalmasına zemin hazırlayabilecek her türlü et ve süt ürününün son kullanma tarihlerinin geçmemiş olmasına dikkat edin.
-Tuvalet hijyeni, enfeksiyonun yakın çevreye yayılmasını engellemeye yardımcı olur.
- Siz veya çocuğunuz ishale yakalandıysa aşırı sıvı kaybını telafi için sıvı tüketimini artırarak bir doktora başvurun.
 TURİST İSHALİ
 - Seyahate çıkan her 10 kişiden en az 3’ü, kimi dönemlerde 8’i turist ishali oluyor. En sık rastlanan mikrobik seyahat hastalığı.
- Bunlardan enterotoksik E.Coli en sık görüleni. Altyapının kötü olduğu ülkelerde hastalığa yakalanma riski daha yüksek.
- İstatistiklere göre hastalığa yakalananların yüzde 20’si seyahatine devam edemeyecek kadar rahatsızlanıyor. Bunların yaklaşık yarısı ise seyahat planlarını değiştiriyor. Çocukların ve yaşlıların su kaybını tolere etmeleri ise zor. Ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaşabiliyorlar.

7 Ağustos 2012 Salı

Ağız Kokusu Nedenleri


SARIMSAK VE SOĞANI ÇİĞ YEMEK
Sarımsak yiyen bir insanın kanına geçen uçucu aromatik bileşikler dışarı atılır. Kan gazlarının akciğerden atılımının sebep olduğu bu koku, hastalık değildir; ancak çevreye rahatsızlık verir. Özellikle ramazanda ortaya çıkan bu kokuyu önlemek için; sarımsak, soğan ve baharattan kaçınmak gerekir. Mutlaka tüketilecekse, sarımsak ve soğanın pişirilerek tüketilmesi tercih edilmelidir.


SÜT ÜRÜNLERİNİ FAZLA TÜKETMEK
Süt ürünleri çoğunlukla kötü sindirildiklerinden ramazanda ağız kokusu problemlerine neden olabilir. Yumurta ve peynir gibi besinler ağız kokusunu artırır. Tuzlu suyla ağzı çalkalamak, yeşil çay, her türlü çerez (ceviz, fıstık vb.), su içeriği bol sebzeler (domates, kereviz, pırasa) ve meyvelerden özellikle elma, ağız kokusunu engelleyici özellikleri nedeniyle tüketilmelidir.

ŞEKER VE BAHARATLI GIDALAR YEMEK
Ramazan boyunca şekerli, yağlı ve baharatlı gıdaların tüketimi minimuma indirilmelidir. Çünkü bu besinler, terleme ve nefes yoluyla dışarı atıldığından, kötü ağız kokusu sebebidir. Kek, bisküvi, çikolata çok fazla yağ, şeker ve beyaz un içeren tatlı ve gıdalardan (rafine karbonhidrat) kaçınılmalıdır. Bu tür gıdaların tüketimi, gün içi ağız ve diş bakımı yapılamayacağından, dişlerde çürüğe neden olur.

BİLİNÇSİZ DİYET VE ZAYIFLAMA İLAÇLARI
Ramazanın diyet mevsiminde yaşanması ve oruç tutarken de düşük karbonhidratlarla yapılan diyetler, kötü nefes kokusuna neden olur. Vücut diyette enerji kaynağı olarak keton cismi üretir ve kullanır. Keton nefesle dışarı atılır ve kötü bir kokuya neden olur. Diyette vücudun ihtiyaç duyduğu vitamin ve mineraller de eksik alınır. Özellikle; folik asit, B vitamini, C vitamini, protein ve kalsiyumun diş ve diş eti sağlığı için önemi bilinmeli, bilinçsiz diyetlerden uzak durulmalıdır. Zayıflatıcı ilaçlar da ağızdaki tükürük miktarını azalttığı için ağız kuruluğu ve ağız kokusuna neden olur.

ENERJİ İÇECEKLERİ TÜKETMEK
Bu içeceklerin uzun süre kullanımı, diş minesinde kayıplara neden olur. İçeriğindeki asit oranına bağlı olarak dişin sert dokusunu aşındırır. Yüksek orandaki şeker de diş çürüklerini artırır. Bu da ağız hijyeninin bozulmasına ve ağız kokusuna neden olur. Bu içeceklerin sık tüketimi halinde pipet tercih edilmeli ve arkasından su içilmelidir.

SİGARA İÇMEK
Sigara, ağız hijyenini bozma özelliğinin yanı sıra diş eti hastalıklarına zemin hazırlayan bir faktördür. Sigara içen kişilerin ramazanı fırsat bilerek bu alışkanlıklardan vazgeçmeleri gerekir. Ancak sigara kullanılmaya devam edilecekse, ramazanda ağız kokusuna neden olmaması için dikkatli diş fırçalamaya özen gösterilmeli ve ağız gargarası kullanılmalıdır. 
ÇAY, KAHVE VE KOLA TÜKETİMİ
İftar ve sahurda bol miktarda su içilmesi, kafeinli içeceklerden kaçınılması ağız hijyeni açısından çok önemlidir. Çünkü ramazanda çay, kahve, kola gibi içeceklerin tüketimi, vücuttaki su kaybını artırır, ağızda kuruluğa neden olur. Ağız kuruması ve tükürük salgılanamaması da ağız kokusuna yol açar. Asitli içecek tüketimi sınırlandırılmalı veya arkasından ağız suyla çalkalanmalı. Ramazanda asitli içecek tüketimi sınırlandırılmalı, içildikten sonra da ağız suyla çalkalanmalıdır.

LOKMALARI AZ ÇİĞNEMEK
Gıda artıklarının ağız içinde girinti ve çıkıntılara yerleşmesi, dişlerin arasında kalması, oksijensiz ortamda yaşamayı seven bir takım bakterilerin ağız içinde birikmesine ve ağız kokusuna neden olur. İftar ve sahurda lokmaların çok çiğnenmesi, tükürük salgısının yiyeceklerle karışmasına ve ağızda yemek parçasının kalmasını önlemeye yardımcı olur. Lokmalarınızı çok çiğneyin.


ET ŞARKÜTERİ ÜRÜNLERİNİ BOLCA YEMEK
Kırmızı et, ramazan ayında en çok tüketilen besinler arasında yer alır. Etin vücuttan atılımı, 48 saat içinde gerçekleştiği için, ağızda kötü kokuya neden olan besinler arasındadır. Pastırma başta olmak üzere; salam, sucuk ve sosis gibi şarküterinin tüketimin de sıcak ramazan günlerinde sınırlandırılması gerekir. Bu tür baharatlı yiyecekler vücut tarafından geç atılır ve ağız kokusuna neden olur.

SAHURDAN SONRA DİŞLERİ FIRÇALAMAMAK
Sahurdan sonra dişlerin fırçalanması, gün boyu ağız sağlığını korumak açısından çok önemlidir. Sahurda dişlerin fırçalanmaması, bakterilerin ağızda kolayca üremesine ve asitlenme ile birlikte çürük oluşumuna neden olur. Gün boyu ağız kokusuna neden olabilecek bu durumdan, sahurdan sonra dişlerin fırçalanması ve alkolsüz ağız gargarası kullanımı ile kurtulmak mümkündür. Diş ipi de yardımcı ürün olarak oldukça etkin bir temizlik sağlar.

Reflü Hastaları Dikkat


Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Ömer Faruk Yolcu, "Ramazanda sahura kalkmak sadece reflü hastaları için değil sağlıklı olan herkes için de önemli. Ancak reflü hastalarının mutlaka sahura kalkması ve gerekli ilaçlarını da alarak oruca niyetlenmesi gerekir." dedi.


"Reflü, mide içindeki asitli sıvının mide içeriğinin mideden yemek borusu boyunca yukarı doğru kaçmasıdır." diyen Dr. Yolcu, mide yanması, ağza acı su gelmesi, kronik öksürük, yutma güçlüğü, boğazda takılma hissi, ses sorunları gibi rahatsızlıkların bu hastalığın birer sonucu olduğunu belirtti. Reflü hastalarının kısa aralıklarla az ve hafif yemekler yemesi gerektiğini dile getiren Dr. Yolcu, reflü hastalığı olanların midelerini çok doldurmamaları, akşam yemeği ile yatma arasındaki süreyi uzun tutmaları, dolu mide ile yatağa girmemeleri gerektiğinin altını çizdi.

Reflü hastalarının kendilerine dokunan yağlı gıdalar, acılı baharatlı yiyecekler, soğan sarımsak, domates, salça, soslar ve ketçaplar, hazır meyve suları, gazlı kolalı içecekler, çikolata ve kafein içeren içeceklerden uzak durmasını tavsiye eden Dr. Ömer Faruk Yolcu, rahat bir oruç tutabilmeleri için de bu kimselerin mutlaka sahura kalkmaları gerektiğinin altını çizdi.

Sahur esnasında hızlı yenen yemek ve ardından uykuya devam etmek reflü hastaları için sakıncalı olduğu konusunda uyarıda bulunan Dr. Yolcu, "Yine sahur sırasında bol su içmek, mideyi fazla şişirmek, yatağa yatıldığında reflü oluşmasını kolaylaştıracaktır. Sahur yemeği sonrası hemen yatmak veya uzanmak yerine sırtı dik bir koltukta 2 saat kadar uyunabilir veya istirahat edilebilir." dedi.

İLAÇLARI YATMADAN ÖNCE ALIN

İftar sırasında tüm günün açlığı ile midenin aşırı doldurulması ile bütün gün hafif çalışan mideye, birden ağır bir yük bineceğini dile getiren Dr. Yolcu, "Yemeği takiben uzanmamak mümkün olduğunca iftar sonrası 2 saate yaymak, hızla büyük miktarlar tüketmemek, sonra da yemekten sonra mümkün olduğunca geç yatmak gerekir." diye konuştu.

Hekim tarafından verilmiş, mide koruyucu ilaç kullananların özellikle 24 saat etkili olanları kullanmasını tavsiye eden Dr. Yolcu şöyle konuştu:

"Ramazan sürecinde bu ilaçları gece yatmadan önce almak gerekir. Yemek sonrası ağır tatlılardan, kahve ve gazlı içeceklerden kaçınmak gerekir. Açık çay veya bitki çayları içmek midenin boşalmasını hızlandırabilir. Yemeklerde sürekli hafif şeyler yemek, yağlı ağır yiyeceklerden uzak durmak gerekir. Süt, yoğurt ve peynirlerin en yağsız çeşitlerini tüketmek gerekir. Ciddi reflü şikayeti olan, mide ya da bağırsakların ağır iltihabi bir hastalığı, aktif ülser hastalığı ya da karaciğerle ilgili önemli bir sorunu bulunan kişilerin oruç tutma konusunda hekimlerine danışmaları önemle önerilir. Ramazan ayı içinde oruç tutma niyetindeki hastaların ellerinden geldiğince bu prensiplere uyması aldıkları tıbbi riski azaltacaktır."

Oruç Tutmayı Zorlaştıran Hastalıklar


 Acıbadem Bakırköy Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Murat Saruç, ramazan ayında hekime sorulmadan oruç tutulmaması gereken başlıca 7 hastalığın reflü, ülser, karaciğer, karın ağrısı, kabızlık, safra kesesi ve pankreas olduğunu bildirdi. Saruç, yaptığı yazılı açıklamada, ramazanda 15-16 saatlik açlık süresinin sağlıklı kişileri bile zorladığını söyledi. Birtakım hastalıkları olan kişilerin dikkatli olması gerektiğini ifade eden Saruç, “Ramazan ayında hekime sorulmadan oruç tutulmaması gereken başlıca 7 hastalık reflü, ülser, karaciğer, karın ağrısı, kabızlık, safra kesesi ve pankreastır” dedi.


"REFLÜSÜ OLANLAR SAHURDAN HEMEN SONRA YATMASIN"

Uzun süren açlık sonrası, dikkatsizce yüksek kalorili ve fazla miktarda yiyecek tüketilmesinin reflüyü artıran en önemli neden olduğunu belirten Saruç, reflü hastalarının sahurda yemek yedikten hemen sonra yatmaması tavsiyesinde bulundu.

Saruç, yatar pozisyonda iken yiyeceklerin mideden yemek borusuna geri gelmesinin kolaylaştığını, bunun da şiddetli reflü şikayetlerinin oluşmasına yol açtığını ifade etti. Prof. Dr. Murat Saruç, ayrıca iftarda yüksek kalorili ve yağlı yiyeceklerden kaçınılması, iftardan 3 saat sonrasına küçük bir öğün eklenmesi, sigara ve alkol alınmaması, çikolata, kahve, biberli, yağlı baharatlı yiyeceklerden uzak durulması, ramazan süresince kilo alınmaması, sıkı giysiler giyilmemesi ve yatak başının yükseltilmesi gerektiğine dikkati çekti.

GASTRİT VE ÜLSERİ OLANLAR DOKTORA SORMADAN ASPİRİN ALMASIN

Midesiyle ilgili sık şikayeti olan kişilerin ramazan ayı öncesi doktorlarıyla birlikte oruç için hazırlanmaları ve gerekli önlemleri almaları gerektiğini vurgulayan Saruç, bu hastaların dengeli beslenmeye, gerekli tüm besin öğelerinden az miktarlarda yemeye ve iftar ile sahur arasına küçük bir ara öğün sıkıştırmaya dikkat etmeleri gerektiğini anlattı.

Ramazan ayı süresince ağrı kesicilerin ve aspirin kullanımına da özen gösterilmesi gerektiğine değinen Prof. Dr. Saruç, mide için oldukça zararlı olan bu ilaçların doktor önerisi olmadan kullanımının, oruç sırasında tehlikeli kanama ve mide delinmelerine neden olabileceğini belirtti.

RAMAZANDA KARACİĞER YAĞLANMASINA DİKKAT EDİLMELİ

Murat Saruç, ramazan ayı süresince uzun süre aç kalınmasına rağmen iftar ve sahurda yenilen yüksek kalorili hamur işleri ve tatlılar nedeniyle kilo kontrolünün zorlaştığını ifade etti.

Bu kısa süre içinde vücut ağırlığında ortaya çıkan artışın karaciğerde yağlanmaya yol açtığını kaydeden Saruç, özellikle kronik karaciğer hastalığı (hepatit) olan kişilerin oruç tutmaya başlamadan önce doktor kontrolünden geçmesi ve gerekli önerileri alması gerektiğini vurguladı.

Saruç, iftar ve sahurda dengeli ve ölçülü miktarlarda beslenmenin önemine dikkati çekti. Alkol tüketiminin de ramazan ayında azaldığını ifade eden Saruç, alkole bağlı karaciğer, pankreas hastalıkları bulunan alkol bağımlısı kişilere ramazan ayında sağlanacak destek ile alkolden uzaklaşmalarının sağlanabileceğini kaydetti.

UZUN SÜRE AÇLIK, SAFRA KESESİNDE YENİ TAŞ OLUŞUMUNA NEDEN OLUYOR

Uzun süre açlık sırasında safra kesesi içinde kalan safranın koyulaşması ve akışkanlığının azalmasıyla yeni taşların oluşumunun arttığını belirten Prof. Dr. Saruç, iftarda yenilen çok miktardaki besinden sonra şiddetli karın ağrıları ve akut kolesistit denilen safra kesesi iltihaplarının ortaya çıkabildiğini, bu gibi durumlarda zaman kaybetmeden doktora başvurulması gerektiğini ifade etti.

PANKREAS HASTALARI DOKTORA DANIŞMADAN ORUÇ TUTMASIN

Saruç, safra kesesinde oluşan taşların safra kanalına düşmesinin pankreasta iltihaba neden olarak istenmeyen durumlara yol açabildiğini belirterek, doktor izni olmadan kronik pankreatit hastalarının oruç tutmaması, tutacakların ise önerilere sıkı sıkıya bağlı kalması gerektiğinin altını çizdi.

Ramazan süresince ev dışında daha sık yemek yendiği için besin zehirlenmeleri, parazit ve enfeksiyon hastalıklarının da arttığına da işaret eden Saruç, safra kesesi, pankreas hastalıklarında da özellikle yağlı beslenme sonrasında karın ağrısının ortaya çıkabildiğini belirtti.

HAZIMSIZLIĞA KARŞI BOL SU

Prof. Dr. Saruç, kabızlığın, posası az ve yüksek kalorili yemek tüketme nedeniyle ortaya çıktığını vurgulayarak, yiyecekler dengeli olarak seçildiği, yeterince çiğ sebze, meyve tüketildiği, unlu gıdaların kepek içermelerine özen gösterildiği ve yeterli miktarda su içildiği takdirde düzenli bağırsak alışkanlıklarını sürdürmenin zor olmayacağını belirtti.